12.02.2024
6 Dakika
Muğla’nın Milas ilçesinde üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada üzerinde kurulmuş olan İasos Antik Kenti’nin kalıntılarının bulunduğu örenyeri, Türkiye’nin Akdeniz kıyılarındaki en önemli tarihi varlıklardan biridir. Erken Tunç Çağı’ndan Bizans İmparatorluğu dönemine kadar uzanan bir zaman dilimine ait kalıntıların bulunduğu İasos, antik Karya bölgesinin önemli bir liman kentidir.
Denize üç kıyısı bulunan ve muhteşem manzaralara ev sahipliği yapan antik kentte yaşayan halkın denizle olan güçlü bağlarını anlamak için ünlü tarihçi Strabon’un aktardığı eğlenceli bir anekdota başvurulabilir. Gezgin bir müzisyenin kent tiyatrosunda verdiği bir resitalin anlatıldığı hikayede, balık pazarının açıldığını duyuran çanın çalmasıyla seyirci kalabalığı tiyatroyu bir anda boşaltıverir. Seyir yerinde yalnızca, kulakları ağır işittiği için çanın sesini duymayan bir ihtiyar kalmıştır. İhtiyarın yanına giden müzisyen, kendisine ve sanatına verdiği değerden ötürü ona teşekkür edip, çanı duyan herkesin tiyatroyu terk etmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirir. Çanın çalıp balık pazarının açıldığını öğrenen ihtiyar da aceleyle tiyatroyu terk eder. Denizle iç içe bir hayat süren İasosluların balığa düşkünlüklerini anlatan bu anekdotun izini sürmek isterseniz, bugün kentin surları dışında bulunan Milas İasos Balık Pazarı Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz.
İassosluların denizle ilişkisini anlatan oldukça popüler bir başka anlatı daha vardır. Dilden dile aktarılan ve günümüzde yöre insanın da bildiği bu efsane, kıyıda yaşayanların denize karşı duydukları sevgi ve korkuyu anlatan, dokunaklı bir hikayedir. Efsane Hermias adında küçük bir yetimin, arkadaşları tarafından denize çağrılmasıyla başlar. Her İasoslu gibi, yaşamlarını kazandıkları, sayesinde karınlarını doyurdukları denizi çok sevmeleri ama ondan bir o kadar da çekinmeleri gerektiğini çok iyi bilen annesi, arkadaşlarıyla birlikte denize koşan Hermias’ı, “Arkadaşlarınla gidebilirsin ama fazla açılma. Deniz bu, ne yapacağı belli olmaz,” diyerek uyarır. Coşkuyla denize giren çocuklar bir süre sonra, belki de onların coşkusuna karşılık vermek isteyen denizin köpük köpük dalgalanmaya başladığını fark edip çıkmaya karar verirler. Ancak aralarında biri, İasos’un sevimli yetimi Hermias eksiktir.
Denizin Hermias’ı aldığını öğrenen acılı annesi günlerce kıyıda oturup gözyaşı döker ve oğlunun çıkıp gelmesini bekler. Bu umutsuz bekleyişin sürdüğü günlerden birinde, bir balıkçı tüm İasoluları şaşırtan bir haberle gelir: Hermias’ı görmüştür. Kentliler balıkçıyı hemen oracıkta, çocuğu alıp getirmediği için paylarlar. Balıkçı ise bunun mümkün olmadığını, çocuğun bir yunusun sırtında olduğunu, ikisinin de çok mutlu göründüklerini ve kendisi yaklaşmaya çalıştıkça dalgalar arasında hızla uzaklaştıklarını anlatır. O günden sonra denize açılan tüm İasoslular, yunusun sırtındaki Hermias’ı görmeyi diler. Ancak günler sonra buruk bir gelişme tüm kentlileri sarsar: Hermias yanında bir yunusla kıyıya vurmuş, kıpırtısız yatmaktadır. Denizde birlikte mutlu günler geçirseler de yunus, Hermias’ı ne yazık ki orada yaşatamayacağını anlamış ve geç de olsa onu kıyıya ulaştırmıştır ama arkadaşını bırakmaya da gönlü razı olmadığı için onunla birlikte can vermiştir.
Kent kazılarında bulunan, bir yunus ve üzerinde bir çocuk figürlü sikkelerin bu anlatıya dayandığı söylenir. Efsanenin bir başka versiyonunda ise bir çocuk, bir yunusla arkadaş olur ve onunla birlikte denizde dolaşıp geri geri gelir. Söylenceye göre bu çocukla ilgili öyküyü duyan Büyük İskender çocuğu Babil’e getirir ve deniz tanrısı Poseidon’un rahibi olmasını sağlar.
Denizde mutlu günler geçiren bir yunus ile bir çocuk sahnesimi sembolleştiren İasos halkından günümüze ulaşanlar bugün İasos Örenyeri’nde ziyaretinizi bekliyor. Kim bilir, örenyerini ziyaret ettiğinizde tiyatro, agora ve meclis gibi yapıların kalıntıları arasında dolaşırken belki siz de denizde arkadaş canlısı yunuslara rastlarsınız.